Mayıs 29, 2015

HASAN SABBAH


Tarihi roman okumanın en büyük handikaplarından biri tarihin nerede bitip kurgunun nerede başladığını asla bilememektir. Bütün Türkiye'nin Kanuni Sultan Süleyman dönemini Muhteşem Yüzyıl'dan öğrendiğini düşünürseniz daha iyi anlarsınız belki demek istediğimi. Wladamir Bartol'un kitabında da beni aslında uykumdan edecek kadar heyecanlandıran bu duygunun ta kendisi idi. Okuduğum şeylerin ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu bilmemek ve önümde duran bu yeni gizemi keşfetmek arzusu... Nitekim daha araştırmamın en başında romanın ana kurgusunu oluşturan Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'ın sınıf arkadaşlıklarının, fedailerin haşhaş kullandıklarının ve Alamut Kalesi'nin arkasında yaratılan sahte cennetin tamamiyle uydurma olduğunu öğrendim. Wladamir Bartol romanını büyük ihtimalle Hasan Sabbah'ın Avrupa'da tanınmasını sağlayan Marco Polo'nun Seyahatnamesi'nde verilen bilgilere istinaden yazmıştı.

Mayıs 28, 2015

HAŞHAŞİLER ÜZERİNE TARİHİ BİR ROMAN: ALAMUT...

"HİÇ BİR ŞEY GERÇEK DEĞİLDİR, HER ŞEYE İZİN VERİLMİŞTİR."

Kitabı bitireli tam bir hafta oluyor... ama hakkında çok ama çoookkk şeyler yazabileceğim bu kitabı bir yazıya nasıl sığdırırımın derdiyle bir türlü yazmaya başlayamadım. En son dün gece kocaman bir heyecan dalgası içerisinde ne yapacağımı buldum...O kadar heyecanladım ki bütün geceyi düşünerek, plan yaparak ve taslak hazırlayarak geçirdim. Uyuyabildiğimde saat 6:00'dı ve en son hatırladığım Allah'a "Ne olur bu heyecanım uykusuzluğuma yenik düşmüş bir şekilde uyanmayayım. Sanki tüm geceyi uyuyarak geçirmiş gibi dinç uyanmamı sağla!" diye dua ettiğim. Ve saat 8:30'da evi derleyip topladıktan sonra yazımın ilk bölümünü yazmak için bilgisayar başındayım.

Hayatta beni en çok dehşete düşüren şeylerden biri insanların ortalama bir insan zekasıyla bile mantıksız olduğu aşikar olan şeyleri nasıl göremeyip, deyim yerindeyse ipe sapa gelmez şeylere nasıl inandıkları ve inandıkları doğrultusunda da körü körüne itaatkar olup, başka insanların canına bile kastedebildikleri konusudur. En basitinden batıl inançlar: "şeytan kulağına kurşun" diyerek tahtaya vurup, bir yandan kulağımızı çekerken bir yandan öpücük atmak mesela... Ya da holiganların sırf tuttukları takım için diğer takım taraftarlarını öldürebilmeleri... Köktendinci örgütlerin kendilerine gelişmiş ülke vatandaşlarından bile taraftar bulabilmeleri... İntihar bombacıları... Ölüp de yeniden dirildiğini iddia eden sahte şeyhlerin müridi olanlar..."Karımla yatakta görsem kıskanmam" dedirtecek boyuta varan yalakalık... Ve daha sayılabilecek yüzlerce binlerce örnek... 

Mayıs 26, 2015

NEŞELİ GÜNLER... Mİ?



Bu yazıyı yazmak aslında Neşeli Günler filmini tekrar izlediğim geceden beri aklımda… Bin defa yayınlansa bin defa izleyeceğim o şirin turşucu ailenin yaşamını bu sefer kahkahadan çok buruk bir gülümseme ile takip ettim. Nedeni ise anne ve babanın boşanmış olmasının o yaşa gelmiş çocuklarda bile açtığı derin yaraya ilk defa bu kadar dikkatle bakıyor olmamdı. Daha önce yıllar öncesinin temiz insanlarının temiz yaşantıları diye özlemle izlediğim, Adile Naşit, Münir Özkul ve Şener Şen’in dev oyunculukları ile bir o kadar sıradan, bir o kadar saf, bir o kadar komik ve bir o kadar yaşamın ta kendisi olan film bu kez yüreğime bir kor bıraktı. En büyük çocuklarının kendisini istemeye gelecek aileden utanarak anne-babasının boşanmış olduğunu gizlemesi, üstünden 10-15 yıl geçmiş olmasına rağmen hala anne ve babasını bir araya getirmeye çalışmaları ve onları buna zorlamak için açlık grevine gitmeleri... Boşanmış ailelerin çocukları neler yaşıyordu? İlişkilerimizdeki “turşu nasıl yapılmalıdır?” kadar küçük veya “dayak” gibi büyük sorunları kendimiz adına bir çözüme kavuştururken, en sevdiklerimizi ihmal etmeye hakkımız var mıydı? Boşandık diye eşimizi, çocuklarımızın anasını, babasını hayatımızdan külliyen dışlama lüksünü bize kim veriyordu? Ya da daha kötüsü, boşandık diye çocuklarımızdan vazgeçmek de neyin nesiydi? Bütün film boyunca bunları ve daha nicelerini düşündüm durdum.

Mayıs 14, 2015

ABDESTLİ KAPİTALİZM

"ÖNCE EKMEK GELİR, SONRA AHLAK!" Bertolt Brecht 

Wikipedi şöyle tanımlıyor: " Kapitalizm, özel mülkiyetin, üretim araçlarının büyük bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, gelir dağılımı , üretim, mal ve hizmet fiyatlarının arz ve talebin buluştuğu piyasa ekonomisi tarafından belirlendiği sosyal ve ekonomik sistemdir." Bu kapitalizmin "yersen" tanımı ama işin "özü" şu:  


Mayıs 11, 2015

YENİLMEZLER 2: ULTRON ÇAĞI


AKSİYON VAR, KOMEDİ VAR, AŞK VAR VE SONUNDA YİNE İYİLER KAZANIYOR! DAHA NE OLSUN?



Film 1 Mayıs'da gösterime girmeden çok önce oğlum filmi izlemeye gideceğimiz konusunda hem babasına hem de bana söz verdirmişti bile. Anneannesinden döndüğümüz günün ertesinde yani 2 Mayıs'da soluğu sinemada aldık biz de...Anlaşılan filmi bu kadar merak eden sadece biz değilmişiz çünkü IMAX seanslarında yer bulabilmemiz mümkün olmadı. Biz de filmi 3D ve oğlumuzla birlikte gittiğimiz için haliyle Türkçe dublajlı olarak izledik. Filmin fragmanlarında Ultron seslendirmesi bir harika olduğu için Türkçe izleme konusunda tereddütlerim vardı ama açıkça söylemek gerekirse dublajlı hali de bir o kadar başarılıydı.

Mayıs 08, 2015

ANA-BABA VE ÇOCUK


6. Kitabın Ardından,

Bu sefer biraz uzun sürdü kitabımı bitirmem...Hem annemlere gitmek, hem de dönüş sonrası bekleyen işler kitabımla aramı biraz soğuttu. Prof. Dr. Haluk Yavuzer'e ait kitabı, oğlumun ilk yaşlarında almıştım onu yetiştirirken bana kılavuz olsun diye. İçinde yazılanları ne kadar uygulayabildiğime gelirse "Eh! Birazcık!" diyebiliriz. Ne yazık ki insanın kendi anne-babasından gördüğü metotları terk etmesi pek kolay olmuyor. E sonuçta ortaya çıkan mahsul de şimdilik ! (ergenlik henüz atlatılmadığı için kesin yargı bildiremiyorum) pek fena değil. Bilimsel olarak çok doğru şeyleri yapmamış olsam da sezgisel anneliğim o kadar da berbat değil demek ki...

Nisan 22, 2015

AYAKKABI TUTKUSU

Eğer bir kıza doğru ayakkabıyı verirseniz, o dünyayı bile fethedebilir.”Marilyn Monroe




Çocukluğumuzun bayramlarının en büyük heyecanı sabah başucumuzda uyandığımız yuvarlak burunlu, alçak topuklu, bilekten ya da ayağın üst kısmından atkılı, kırmızı veya siyah ama illa ki parlak ayakkabılarıydı.

O ayakkabıların bir kız çocuğu için ne kadar önemli olabileceğini Anna Davis’in Ayakkabı Kraliçesi kitabını okuyunca anladım. Benim için ayakkabı hiçbir zaman bir tutku olmadı. Renkleri ve modelleri beni cezbeden çok ayakkabı oldu ama ihtiyacım olmadığı halde aldığım ayakkabı sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu nedenle hemcinslerimdeki ayakkabı tutkusu benim için hep bir anlaşılmazdı. Bu roman sayesinde tutkunları için bir ayakkabının neden asla sadece bir ayakkabı olmadığını anladım.

Nisan 16, 2015

NEDİR BU KADINLARIN AYAKKABI DÜŞKÜNLÜĞÜ

 AYAKKABI KRALİÇESİ

Yeni haftamızın kitabını seçtim...Ayakkabı Kraliçesi Anna Davis tarafından yazılmış bir roman...Arka kapağında yapılan özete göre romanımızın konusu şöyledir:" 1920'lerin Parisi. Çılgın yıllar! İngiliz sosyetesinin en güzel kadınlarından Shelby King, günlerini şık kıyafetler içinde, en gözde sanatçıların, yazarların ve toplumun önde gelenlerinin katıldığı partilerde geçirir. Bohem bir hayat, zengin bir koca, lüks bir apartman dairesi ve ayakkabılar! Paola Zachari, tutku objesine dönüşen ayakkabıların tasarımcısıdır. Shelby de bir çift Zachari ayakkabısına sahip olma tutkusuna kapılır. Sadece ayakkabılar değil, onları tasarlayan Zachari de bu tutkunun bir parçası olur." 

Yine aşk, yine tutku dolu bir hafta bizi bekliyor. 

Nisan 15, 2015

BEN KÜFÜRBAZ DEĞİLİM... İLHAM PERİLERİM SÜRTÜK...

CAN YÜCEL

1926 İstanbul doğumlu. Eski milli eğitim bakanı, Köy Enstitüleri'nin kurucusu Hasan Âli Yücel'in oğludur. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okudu. Öğrenimine İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde klasik filoloji okuyarak devam etti. Sanat tarihi dersleri izledi. Şair, çevirmen ve radyo görevlisi olarak tanındı. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı (1953-1958). Türkiye'ye döndükten sonra bir süre turist rehberi olarak çalıştıktan sonra bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü. Nazım, nesir çevirileriyle de tanınan Can Yücel, şiir alanında ilk kitabı YAZMA (1950) dan sonra uzun bir süre biçim arayışlarıyla oyalandı.

Nisan 14, 2015

BİR OSURUK AĞACIYIM BEN, YELLENDİKÇE ŞİİRLER AÇAN!


Aşka biraz fazla mı daldım ne? Ne çok kitap varmış kütüphanemde aşk üzerine...Elif Şafak'ın AŞK'ını aldım aldım bıraktım elimden...Biraz uzak durayım istedim...Aşık olmak değil de aşka aşık olmak tehlikeli çünkü...


Yeni kitabımız bir şiir kitabı olsun istedim. Can Yücel'den Alavara...Bir kitap fuarında imzasını alma şansına erişmiştim. İnşallah bu yaz Datça'da mezarına bir çiçek koyma fırsatını da bulurum.
                                                           

                                                                     

KABAHAT ALDATANDA MI, ALDATILANDA MI?

Günaydınlar,

Nihayet 3. kitabımızın da sonuna geldim. Nedense okuduğum kitaplardan yeterince zevk alamıyorum bu aralar...Sorun bende mi kitaplarda mı bilemedim. 

Seda Kaya Güler'in kitabında da kurgu hiç hoşuma gitmedi. 10 kadının her konu başlığında ayrı ayrı hayatlarını anlatması kopukluk hissi yarattı bende. Sürekliliği sekteye uğratan bir yol seçmiş yazarımız nedense...

Nisan 01, 2015

2. KİTABIN ARDINDAN

AH FRANSIZLAR!

Fransız filmlerine karşı genel hissi bilirsiniz...Pek sevilmezler...Fransız yazarlar için de hissedilir bu...Belki her ikisi hakkındaki fikirlerimizde de belirleyici olan eserlerin çok fazla psikolojik derinliğe sahip olmasıdır. Denilebilir ki Fransız yönetmenler de kameralarını tıpkı Fransız yazarların kalemleri gibi kullanırlar...Özellikle film karelerinin gündelik yaşamdan seçilmiş olması, yaşanan her olayın hayattaki monotonluğun ve sıradanlığın içinde evrilmesi, tıpkı romanlardaki gibi kahramanların psikolojileri üzerindeki derinlemesine tahliller ve çoğu zaman sıkıcı boyuta ulaşan detaycılık....Belki de tüm bunların sebebi Amerikan tarzı sinemaya alışmış olmamızdır ne dersiniz?


Mart 28, 2015

Hayattan Rengi Alın... Geri Neyi Kalır Ki?


PLEASANTVİLLE (YAŞAMIN RENKLERİ)


Üniversite yıllarımda sinemada izlediğim ve çok sevdiğim film şu sıralarda D-Smart'ta yayınlanıyor. Bana sımsıcak bir nostalji yaşatan filmimizin kahramanları David ve Jennifer 90’lı yıllarda yaşayan iki kardeş.  David, çevresi ile iletişim kurmakta zorlanan, içine kapanık, kuralcı  ve inisiyatif alamayan bir çocuk iken, ablası Jennifer daha asi, okulda pek başarısı ve popülaritesi olmayan ve düşüncesiz bir kız. David'in hayatı hem pek anlaşamadığı ablası hem de kocası tarafından terk edildiği için kendine olan güveni ve enerjisini kaybetmiş annesi sebebiyle pek de yolunda gitmiyor. Belki de bu yüzden David'in en sevdiği şey herşeyin yolunda gittiği  "Pleasantville" dizisini izlemek. 

Mart 27, 2015

YENİ KİTABIMIZ!

AŞKIN ÖMRÜ ÜÇ YILDIR!

Demiş Frederic Beigbeder...Oysa biz (eşim ve ben demiyorum dikkat ederseniz:)) birbirimize o kadar yetmiyorduk ki çocuk yapmaya bile evliliğimizin 3. yılında karar verebilmiştik. Benden 5 yaş büyük olan eşimin "Çocuk bana dede diyecek" sitemi üzerine... Özellikle son bir aydır eşime yine ve yeniden dolu dolu aşık olduğumu hissederken bu kitabı okumak ne kadar iyi gelecek bilmiyorum ama çarpıcı bir kitap olduğunu da inkar etmemek gerek...Hele arka sayfasını okuduğunuzda karşılaştığınız cümleler düşünüldüğünde: 

" Sivrisineklerin ömrü bir gündür, güllerinki üç gün. Kedilerin ömrü on üç yıldır, aşkınki üç. Böyle işte. İlk yıl tutku, sonra bir yıl şefkat ve nihayet bir yıl can sıkıntısı. 

İlk yıl, 'Beni terk edersen kendimi ÖLDÜRÜRÜM' denir.
İkinci yıl,  'Beni terk edersen, acı çekerim, ama kendimi toparlarım' denir.
Üçüncü yıl, 'Beni terk edersen şampanya patlatacağım' denir.

Sizi aşkın hayat boyu sürdüğüne inandırırlar, oysa aşk kimyasal olarak üçüncü yılın sonunda yok olur.

İlk yıl eşyalar satın alınır.
İkinci yıl eşyaların yerleri değiştirilir.
Üçüncü yıl eşyalar paylaşılır.

Hakikat, aşkın mis kokuları arasında başlayıp bok kokuları içinde bitmesidir."

Ne dersiniz?

Mart 26, 2015

İlk Kitap Biter


Merhabalar,

Dediğim gibi ilk kitabımız bitti. Sıcacık hikayelerle anne olmanın ne kadar güzel ve mucizevi bir şey olduğunu yeniden keşfettim. Aynı zamanda ne kadar ağır bir sorumluluk ve fedakarlık gerektiren bir şey olduğunu... Ve birlikte geçirilen o kadar zamandan, paylaşılan o kadar anıdan sonra bir an gelip onu kendi hayatını yaşamak için özgür bırakmak gerekeceğini...Onun yaptığı her şeyi kontrol edemeyeceğimi, onun adına seçimler yapamayacağımı ve tabi ki onun yaptığı her şeyden sorumlu olamayacağımı da...

Mart 22, 2015

ÖZLEM


Günaydınlaaaarrrr,


Güneşi bir nebze de olsa görmek insanı ne kadar mutlu ediyor. Ben Aydın/ Sökeliyim. Ama 1992 senesinden beri Ankara'da yaşıyorum. 40 yaşında olduğum düşünüldüğünde ömrümün çoğu kısmı doğmadığım bu topraklarda geçmiş. 

Bizim memleketimiz yeşildir. Toprağı alabildiğine zeytin, incir ve deniz kokar...Ovasında ne ekersen o biter. Ülkemizin en bereketli topraklarına sahiptir benim memleketim. En uzun ömürlü insanları da Nazilli'sinde yaşar. Medenidir...Dost canlısıdır. Aydınlıktır benim memleketim...

Ankara ise gri bir şehir...Binaları, insanları, havası, toprağı...Her şeyi ile gri...Kar da yağmıyor ki artık, ağartsın biraz şehri...O nedenle daha bir önemlidir Güneş benim için burada...Bir saniye bile olsa yüzünü gördüm mü içim açılır...

Memleketimde kış sadece 3 ay iken burada 8 ayı bulur. Bir kirli soğuk insanın ruhuna kadar işler...Dışarı bile çıkmak gelmez içinden...Hem çıksa nereye gider ki insan? AVM'lere mi? Sizi bilmem ama dayak yemişe çevirir AVM'ler beni... 

Memleketimde laleler, papatyalar açmış şimdi...Yağmurlu da olsa gökkuşağını görüyorlarmış ardından...Toprak misss gibi kokuyormuş...Deniz daha bir maviymiş bu günlerde...Bütün ağaçlar çiçek vermiş...Arılar kafalarını çıkarmışlar kovanlarından...Güneş sarıyormuş kocaman kollarıyla hepsini...

Anlayacağınız memleketim çağırıyor beni...

Mart 20, 2015

MERHABA / OKUDUKLARIM


Seçtiğimiz kitabın an itibariyle 147. sayfasındayım. Tam 25. öyküdeyim...Kayınvalideler konusuna çok ışık tutan öyküler değil bunlar...Annelerin bize yabancı bir kültürde yetişmiş olmalarının sanırım payı var bunda...Öykülerde bahsedilen ilişkilerin belki çok daha derinlikli olanına aynı yayın evi tarafından basılan aynı editöre ait Anneler ve Kızları kitabında yer verildiğine neredeyse eminim. Lakin kız ya da erkek çocuk yetiştirme üzerine çıkarabileceğimiz önemli dersler de yok değil kitapta...Örneğin, Hareket Emri isimli öykü...Çocuklarımızı nereye kadar kanatlarımızın altında taşıyabileceğimiz ile ilgili sıcacık bir ders biz annelere...

Mart 19, 2015

WHİPLASH / ENFES BİR FİLM!


Eşim bu yılki kış iznini şubat tatilinde alamayınca Ankara'dan kaçma şansımız olmadı...Ama demiştim ya hayattaki tesadüflerin tesadüf olarak mı kalacağı ya da "Her işte bir hayır vardır"a mı dönüşeceği size kalmış diye...Oğlumuz okulda olduğu için uzun zamandan beri elimizden alınan yalnız vakit geçirme fırsatını dibine kadar kullanmış olduk böylece...Yaptığımız en güzel şey ise Whiplash isimli bu filme gitmek oldu...


Miles Teller ve J.K.Simmons'ın başrollerini oynadığı Damien Chazelle tarafından yönetilen 2014 yapımı film, başarının ter ve gözyaşı olmadan kazanılamayacağı üzerine kurulu, harika caz parçaları ile bezeli, insanın yüzüne tokat gibi çarpan bir film.  

Mart 18, 2015

İLK KİTAP

Selamlar,

Kütüphanemden sizlerle birlikte okuyacağım ilk kitabı seçtim...Dediğim gibi A harfinden başladım: Anneler ve Oğulları için Bir Fincan Huzur, Benzersiz bir ilişkiye ışık tutan öyküler...Arkasında belirtildiğine göre içinde 50 öykü bulunan bir derleme kitap...Editör Colleen Sell tarafından hazırlanmış ve Arkadaş Yayınları tarafından 2010 yılında 5. baskısı yapılmış. Ben ne zaman almışım bilmiyorum...Çünkü ne yazık ki kitapların içerisine ne zaman ve nereden aldığımı not düşmeyi alışkanlık haline getiremedim...

En azından neden aldığımı biliyorum. Çünkü ben 10 yaşında bir erkek çocuk annesiyim. Ve kayınvalideler üzerinden yaşanan problemlerin de etkisi ile nedir şu anne-oğul ilişkisini farklı/benzersiz(!) kılanı bir de başkalarının hikayelerinden dinlemek istedim...

Bu arada henüz beni farketmediniz ama farkettiğiniz andan itibaren bu konuda da bana yazmanızı isterim...Nedir ve nedendir bu kayınvalide-oğul-gelin arasındaki Bermuda Şeytan Üçgeni?

Mart 17, 2015

ÖZÜR DİLERİM...

Günaydınlar,

Daha ilk günden çark etmek istemezdim ama hayatın meydan okumaları çok zamansız ve acımasız oluyor. Bu gün cenazemiz var...Umarım yarın hayata kaldığımız yerden devam etme gücünü bulacağız....