Mayıs 29, 2015

HASAN SABBAH


Tarihi roman okumanın en büyük handikaplarından biri tarihin nerede bitip kurgunun nerede başladığını asla bilememektir. Bütün Türkiye'nin Kanuni Sultan Süleyman dönemini Muhteşem Yüzyıl'dan öğrendiğini düşünürseniz daha iyi anlarsınız belki demek istediğimi. Wladamir Bartol'un kitabında da beni aslında uykumdan edecek kadar heyecanlandıran bu duygunun ta kendisi idi. Okuduğum şeylerin ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu bilmemek ve önümde duran bu yeni gizemi keşfetmek arzusu... Nitekim daha araştırmamın en başında romanın ana kurgusunu oluşturan Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'ın sınıf arkadaşlıklarının, fedailerin haşhaş kullandıklarının ve Alamut Kalesi'nin arkasında yaratılan sahte cennetin tamamiyle uydurma olduğunu öğrendim. Wladamir Bartol romanını büyük ihtimalle Hasan Sabbah'ın Avrupa'da tanınmasını sağlayan Marco Polo'nun Seyahatnamesi'nde verilen bilgilere istinaden yazmıştı.



Ancak Marco Polo Alamut Kalesi'ne kale Moğollar tarafından yerle bir edildikten tam 17 yıl sonra gelmişti ve tüm yazdıklarını sadece kulaktan duyduklarına göre kaleme almıştı. Yani ortada ne kale ne de sahte cennet bahçeleri vardı.  Peki haşhaş? O da Gazi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Nihat Yazılıtaş'ın ifadesine göre "tamamen Batılıların her şeyi pozitivist yöntem ile açıklama çabasından kaynaklanıyordu. Nitekim tarihi kaynakların hiç birinde İran'daki Nizariler'in haşhaş kullandıklarına dair bir kayıt yer almıyordu. Sadece 1123 tarihli bir metinde o da Suriye'deki Nizariler ile ilgili olarak haşhaşi kelimesi kullanılmıştı."  Yani gerçekte Alamut'ta haşhaş yoktu...Sahte cennet yoktu...Ve Nizamülmülk ile aralarındaki 30 yıllık yaş farkı nedeniyle sınıf arkadaşı olmalarına imkan da yoktu. Ama Allah'tan Hasan Sabbah'ın Nizam'ın başvezirliği döneminde sarayda çalışmış olduğu ve vezirlik iddiası sebebiyle Nizamülmülk ile aralarının açılmasının gerçek olabileceği rivayetine ulaştım da "hepsi mi kurguydu yoksa" şüphesinden kurtardım kendimi... 
   Peki Hasan Sabbah...Kimdi? Gerçekte neler düşünürdü? Amacı ve felsefesi neydi? Gerçekten kitapta anlatılanları yapmış mıydı? Tarihtennotlar.com adresinde " tam adı Hasan bin Ali bin Muhammed bin Cafer bin Hüseyin bin Sabbah el-Hamari olan ve müridleri tarafından Seyduna olarak bilinen İranlı, Büyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamış, tarihin en ezoterik ve batıni örgütü Haşhaşileri kuran ve ölene kadar da liderliğini yapan tarihteki en gizemli insanlardan biridir." şeklinde tanımlanıyordu. Vikipedi'ye göre ise " Farklı bir dini ekole dayalı üst düzey dini bilgi birikimine ve otoriter bir liderlik karakterine sahip olduğu bilinen Hasan Sabbah kurduğu tarikatın suikaste dayanan farklı askeri taktikleri ve 34 yıl boyunca dışına çıkmadan yaşadığı Alamut Kalesi ile tanınmakta"ydı.
     Tarihi kayıtlara göre ise 1052 veya 1053 yılında İran'ın Kum kentinde doğan ve rivayete göre Yemen kökenli olan Hasan Sabbah 17 yaşına kadar 12 imamcı Şii eğitimi ile büyüyor. Rey şehrindeki eğitimi sırasında Amireh Zarab ve Ebu Nedim Zarac adında iki İsmaili derviş ile karşılaşması Hasan Sabbah'ın hakikat arayış serüvenini dolayısıyla hayatı değiştiren olaylar oluyor. Merakının peşinden İsfahan'a giderek İsmaili doktrinini öğreneceği iki yıl geçiriyor ve sonra Mısır'a giderek Kahire'de Fatimi Halifesi ile görüşüyor. Buradaki yemin töreninin ardından halife Mustensir'in baş daisi Abdul Malik el Attaş tarafından dai yardımcılığına getirilerek öğretisini yaymak için Azerbaycan oradan da Silvan'a geçiyor. Buradaki misyonerliği sırasında yaşadığı tartışmalar neticesinde kentin Sünni kadısı tarafından kentten kovulunca Musul'a oradan da Şam'a geçen Hasan Sabbah 1078 yılında Kahire'ye geri dönüyor. 
     Halifenin ölümünden sonra yaşanan veliaht kavgasında büyük oğul Nizar'ın tarafını tutan ancak diğer oğulun halifeliğini savunan baş vezire yenilen Sabbah önce tutuklanıyor ardından sürgün ediliyor. Tabii ki Nizar da öldürülüyor. Bu tarihten sonra Hasan Sabbah'ın liderliğini yaptığı ve Nizar'ın imamlığını savunan gruba Nizari-İsmaili denmeye başlanıyor. Kuzey Afrika'ya zorunlu yolculuğundan kurtularak Suriye'ye gitmeyi başaran Sabbah buradan Suriye'ye geçiyor.  1081 yılında ise tekrar İsfahan'a dönüyor. İran'da İsmaili davasına hizmetlerini sürdüren ve geniş başarılar kazanan Sabbah'ı hala dailer daisi olan Abdul Malik el Attaş Daylam dailiğine atıyor. Bölgedeki erişilmez kaleyi davası için mükemmel bir yer olarak seçen Sabbah Kahire'de El Ezher'de gördüğü iki yıllık eğitim döneminin ardından 1090 yılında İran'a geri dönerek Alamut Kalesi'ni ele geçiriyor. Nizar'ın oğlunu da yanına alarak imamlık iddiasını sürdüren Sabbah öldüğü 1124 senesine kadar bu kaleden çıkmıyor. 
     Öldüğünde arkasında sadece İran'da değil tüm Mezopotamya'da korkulur bir askeri ve siyasal bir güç bırakan Hasan Sabbah'ın bağlı olduğu Nizari İsmaliyesi doktrini, nasıl güçlendiği, nelerle mücadele ettiği, Alamut Kalesi'nin sonu ve tarikatın günümüzdeki temsilcileri izleyen yazılarımızda...  

1 yorum: