Tarihi roman okumanın en büyük handikaplarından biri tarihin nerede bitip kurgunun nerede başladığını asla bilememektir. Bütün Türkiye'nin Kanuni Sultan Süleyman dönemini Muhteşem Yüzyıl'dan öğrendiğini düşünürseniz daha iyi anlarsınız belki demek istediğimi. Wladamir Bartol'un kitabında da beni aslında uykumdan edecek kadar heyecanlandıran bu duygunun ta kendisi idi. Okuduğum şeylerin ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu bilmemek ve önümde duran bu yeni gizemi keşfetmek arzusu... Nitekim daha araştırmamın en başında romanın ana kurgusunu oluşturan Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'ın sınıf arkadaşlıklarının, fedailerin haşhaş kullandıklarının ve Alamut Kalesi'nin arkasında yaratılan sahte cennetin tamamiyle uydurma olduğunu öğrendim. Wladamir Bartol romanını büyük ihtimalle Hasan Sabbah'ın Avrupa'da tanınmasını sağlayan Marco Polo'nun Seyahatnamesi'nde verilen bilgilere istinaden yazmıştı.
Mayıs 29, 2015
Mayıs 28, 2015
HAŞHAŞİLER ÜZERİNE TARİHİ BİR ROMAN: ALAMUT...
"HİÇ BİR ŞEY GERÇEK DEĞİLDİR, HER ŞEYE İZİN VERİLMİŞTİR."
Kitabı bitireli tam bir hafta oluyor... ama hakkında çok ama çoookkk şeyler yazabileceğim bu kitabı bir yazıya nasıl sığdırırımın derdiyle bir türlü yazmaya başlayamadım. En son dün gece kocaman bir heyecan dalgası içerisinde ne yapacağımı buldum...O kadar heyecanladım ki bütün geceyi düşünerek, plan yaparak ve taslak hazırlayarak geçirdim. Uyuyabildiğimde saat 6:00'dı ve en son hatırladığım Allah'a "Ne olur bu heyecanım uykusuzluğuma yenik düşmüş bir şekilde uyanmayayım. Sanki tüm geceyi uyuyarak geçirmiş gibi dinç uyanmamı sağla!" diye dua ettiğim. Ve saat 8:30'da evi derleyip topladıktan sonra yazımın ilk bölümünü yazmak için bilgisayar başındayım.
Hayatta beni en çok dehşete düşüren şeylerden biri insanların ortalama bir insan zekasıyla bile mantıksız olduğu aşikar olan şeyleri nasıl göremeyip, deyim yerindeyse ipe sapa gelmez şeylere nasıl inandıkları ve inandıkları doğrultusunda da körü körüne itaatkar olup, başka insanların canına bile kastedebildikleri konusudur. En basitinden batıl inançlar: "şeytan kulağına kurşun" diyerek tahtaya vurup, bir yandan kulağımızı çekerken bir yandan öpücük atmak mesela... Ya da holiganların sırf tuttukları takım için diğer takım taraftarlarını öldürebilmeleri... Köktendinci örgütlerin kendilerine gelişmiş ülke vatandaşlarından bile taraftar bulabilmeleri... İntihar bombacıları... Ölüp de yeniden dirildiğini iddia eden sahte şeyhlerin müridi olanlar..."Karımla yatakta görsem kıskanmam" dedirtecek boyuta varan yalakalık... Ve daha sayılabilecek yüzlerce binlerce örnek...
Mayıs 26, 2015
NEŞELİ GÜNLER... Mİ?
Bu yazıyı yazmak aslında Neşeli Günler
filmini tekrar izlediğim geceden beri aklımda… Bin defa yayınlansa bin defa
izleyeceğim o şirin turşucu ailenin yaşamını bu sefer kahkahadan çok buruk bir
gülümseme ile takip ettim. Nedeni ise anne ve babanın boşanmış olmasının o yaşa
gelmiş çocuklarda bile açtığı derin yaraya ilk defa bu kadar dikkatle bakıyor
olmamdı. Daha önce yıllar öncesinin temiz insanlarının temiz yaşantıları diye
özlemle izlediğim, Adile Naşit, Münir Özkul ve Şener Şen’in dev oyunculukları
ile bir o kadar sıradan, bir o kadar saf, bir o kadar komik ve bir o kadar
yaşamın ta kendisi olan film bu kez yüreğime bir kor bıraktı. En büyük
çocuklarının kendisini istemeye gelecek aileden utanarak anne-babasının
boşanmış olduğunu gizlemesi, üstünden 10-15 yıl geçmiş olmasına rağmen hala
anne ve babasını bir araya getirmeye çalışmaları ve onları buna zorlamak için açlık
grevine gitmeleri... Boşanmış ailelerin çocukları neler yaşıyordu? İlişkilerimizdeki
“turşu nasıl yapılmalıdır?” kadar küçük veya “dayak” gibi büyük sorunları kendimiz
adına bir çözüme kavuştururken, en sevdiklerimizi ihmal etmeye hakkımız var
mıydı? Boşandık diye eşimizi, çocuklarımızın anasını, babasını hayatımızdan
külliyen dışlama lüksünü bize kim veriyordu? Ya da daha kötüsü, boşandık diye
çocuklarımızdan vazgeçmek de neyin nesiydi? Bütün film boyunca bunları ve daha
nicelerini düşündüm durdum.
Mayıs 14, 2015
ABDESTLİ KAPİTALİZM
"ÖNCE EKMEK GELİR, SONRA AHLAK!" Bertolt Brecht
Wikipedi şöyle tanımlıyor: " Kapitalizm, özel mülkiyetin, üretim araçlarının büyük bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, gelir dağılımı , üretim, mal ve hizmet fiyatlarının arz ve talebin buluştuğu piyasa ekonomisi tarafından belirlendiği sosyal ve ekonomik sistemdir." Bu kapitalizmin "yersen" tanımı ama işin "özü" şu:
Mayıs 11, 2015
YENİLMEZLER 2: ULTRON ÇAĞI
AKSİYON VAR, KOMEDİ VAR, AŞK VAR VE SONUNDA YİNE İYİLER KAZANIYOR! DAHA NE OLSUN?
Film 1 Mayıs'da gösterime girmeden çok önce oğlum filmi izlemeye gideceğimiz konusunda hem babasına hem de bana söz verdirmişti bile. Anneannesinden döndüğümüz günün ertesinde yani 2 Mayıs'da soluğu sinemada aldık biz de...Anlaşılan filmi bu kadar merak eden sadece biz değilmişiz çünkü IMAX seanslarında yer bulabilmemiz mümkün olmadı. Biz de filmi 3D ve oğlumuzla birlikte gittiğimiz için haliyle Türkçe dublajlı olarak izledik. Filmin fragmanlarında Ultron seslendirmesi bir harika olduğu için Türkçe izleme konusunda tereddütlerim vardı ama açıkça söylemek gerekirse dublajlı hali de bir o kadar başarılıydı.
Mayıs 08, 2015
ANA-BABA VE ÇOCUK
6. Kitabın Ardından,
Bu sefer biraz uzun sürdü kitabımı bitirmem...Hem annemlere gitmek, hem de dönüş sonrası bekleyen işler kitabımla aramı biraz soğuttu. Prof. Dr. Haluk Yavuzer'e ait kitabı, oğlumun ilk yaşlarında almıştım onu yetiştirirken bana kılavuz olsun diye. İçinde yazılanları ne kadar uygulayabildiğime gelirse "Eh! Birazcık!" diyebiliriz. Ne yazık ki insanın kendi anne-babasından gördüğü metotları terk etmesi pek kolay olmuyor. E sonuçta ortaya çıkan mahsul de şimdilik ! (ergenlik henüz atlatılmadığı için kesin yargı bildiremiyorum) pek fena değil. Bilimsel olarak çok doğru şeyleri yapmamış olsam da sezgisel anneliğim o kadar da berbat değil demek ki...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)