Haziran 03, 2015

THE İMİTATİON GAME: ENİGMA


BAZEN KİMSENİN HAYAL EDEMEDİĞİ ŞEYLERİ, HAYAL EDİP YAPABİLEN İNSANLAR VARDIR... 

Filmi vizyonda olduğu dönemde izleme fırsatı yaratamamıştım kendime. Hatta sinemaya gittiğim gün tercihimi Whiplash'den yana kullanmıştım. Ama hiç pişman değilim! Tabii bu yargı kesinlikle Enigma'nın kötü bir film olmasından değil tamamiyle Whiplash'e olan hayranlığımdan kaynaklıyor. Whiplash hakkındaki görüşlerimi daha önce paylaşmıştım sizinle, dün ise Enigma'yı izledim D-Smart'ta ve insanların kendilerinden farklı yaşantıları olan insanlara karşı ne kadar acımasız olabildiklerine yeniden tanık oldum. O kişi binlerce hatta milyonlarca insanın yaşamını kurtaran bir dahi de olsa. Sizlere de çookkk tanıdık gelmiyor mu?


Andrew Hodges'in Alan Turing'in hayatını anlattığı "Alan Turing: The Enigma" kitabından yönetmen Morten Tyldum tarafından beyazperdeye aktarılan, En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 8 dalda Oscar'a aday olan ve En İyi Uyarlama Senaryo dalında bu ödülü kazanan film, Benedict Cumberbacht'ın başarılı performansı ve Naziler nasıl kaybetti sorusuna II. Dünya Savaşı'nı konu alan çoğu filmden çok daha açık biçimde cevap verdiği temiz senaryosu ile oldukça başarılı diyebiliriz kanımca...Cephede yaşanılanlarla ilgilenmeyen, çok fazla dış mekan çekimlerine de yer vermeyen film buna rağmen oldukça sürükleyici...Bunda olayların kronolojik, düz bir şekilde anlatımı yerine geçmiş ve geleceğin iç içe geçirilerek anlatılmasının payı büyük. Bu, aynı zamanda izleyici olarak bizim kafamızda oluşan soruların cevaplarını daha kolay bulmamızı ve olaylar arasındaki bağlantıları daha kolay kavramamızı sağlıyor.  
Gelelim filmin konusuna: Film Alan Turing'in bir sorgu odasında dedektif Robert Nock'a ifade verdiği sahne ile başlıyor ve anlatılan olayların beyaz perdeye aktarılması şeklinde devam ediyor. Arka planı II. Dünya Savaşı'nın Nazi Almanyası'nın hâkimiyetinde birden çok cephede çok çetin biçimde devam etmesi oluşturuyor. Filmin bir başarısı da burada ortaya çıkıyor. Bize cepheyi göstermeden de savaşı hissettiriyor. İngiliz İstihbaratının tüm yoğun çabalarına ve yüzlerce kişiyi çalıştırmasına rağmen Almanların kullandığı Enigma şifreleme sistemini çözmeyi başaramadığını, çok gizli bir biçimde şifrelenen bu yazışmaların, İngilizlere ve müttefiklerine çok ağır kayıplara mal olduğunu öğreniyoruz. Bunun üzerine İngiliz hükümeti çözüm olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı çatısı altında ülkenin en iyi şifre çözen beyinlerini ve kriptoloji uzmanlarını topluyor. Bu isimlerden birisi de farklı çalışmalarıyla tanınan ve kendi yöntemlerinden ödün vermeyen genç profesör Alan Turing. Ekibin diğer üyeleri günlük şifreleri kırmak için çabalarken, kendini ekipten soyutlayan zeki ve kibirli profesörümüz bu şifreleri düzenli olarak çözebilecek bir makina inşa etme çabasına girişiyor. Film bize, ekibiyle bütünleştiği ölçüde başarıya ulaşması da kolaylaşan Turing'in sadece ekip arkadaşlarıyla olan ilişkilerini, zamana karşı mücadelesini değil karakter değişimini, lisedeyken yaşadıklarını ve homoseksüellikle suçlandığı 1950'li yıllardaki gelişmeleri de aktarıyor. 

Filmin sonunda duyularımın kilitlendiğini hissettim diyebilirim size... Şöyle ki; film boyunca anlatılan adam II. Dünya Savaşı'nın seyrini değiştirecek bir buluşa imza atmakla kalmamış bunun ahlaki ve vicdani sorumluluklarını da üstlenecek kararlar alarak neredeyse tek başına savaşın iki yıl daha erken bitmesini sağlamış ve on milyonlarca insanın yaşamını kurtarmıştı.  Ve bu adam filmin son cümlesinde vurucu bir şekilde belirtildiği gibi bu gün hepimizin elinin altında olan bilgisayarların temellerini atmıştı. Hatta aynı adamın fikirleri ölümünden yıllar sonra bile yapay zekadan nano teknolojiye, moleküler biyolojiden matematiğe kadar her alanda hala geçerliydi, hala kullanılır durumdaydı... Ama bu adam özel hayatı ile ilgili bir konuda suçlanarak (1950'li yıllarda İngiltere'de eşcinsellik bir suçmuş) bir yıl boyunca kendini hadım edecek hormon tedavisine mahkum edilmişti ve bunun fiziksel ve ruhani yükünü kaldıramadığı için kendi hayatına son vermeyi seçmişti...Hizmetçisi tarafından ölü bulunduğunda sadece 41 yaşındaydı ve başucunda yarısı yenmiş bir elma vardı...10 Eylül 2009 tarihinde yani ölümünden 50 yıl sonra Başbakanı Gordon Brown tarafından ünlü matematikçiye yapılanların korkunç olduğunu kabul eden İngiltere'nin kendisinden özür dilediğini öğrendim ama insanlığın kaybettiği değerin yanında bunun ne önemi olabilirdi ki...

Filmin içinde harika diyaloglar mevcut... Ama size özellikle son sahnede Clarke'ın Turing'e "normalleşmek" istediğini söylemesinden sonra söylediği şu sözleri aktarmak isterim: 

" Biliyor musun, bu sabah sen olmasaydın, şu anda var olmayacak olan şehrin birinden geçen bir trendeydim. Sen olmasaydın muhtemelen ölmüş olacak bir adamdan bilet aldım. Tüm konularda bilimsel araştırma yapabiliyorsam, hepsi yalnızca senin sayende. Şimdi normal olabilmeyi istiyorsun ki emin ol ben istemezdim. Öyle olmadığın için dünya son derece iyi bir yer..."  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder