Mart 10, 2019

ANNEMİN ÖYKÜLERİ - 3 / MERHABA YAŞAM!



Nedenini bilmiyordum ama, ölmek istiyordum...

Çıplak bedenimi aynada izleyince kusma isteği duyduğumda mı karar vermiştim? 

(O gün saydam kutuda gelen kırmızı güllerin sekizincisini almıştım. Göndereni bilmediğim tek kırmızı güller ve tümceler. Yaşlı bedenimin çirkinliğini gizlemek için albenisi inatla direnen yüzümün son beğenilişiydi. Benimle yaşamadan, beni anlamadan, içimdeki daha çocukluğunu tamamlamamış insan sevgisini tanımadan sevmek olası değildi beni.) 

Ölümü kocamın bir günlüğü olduğunu öğrendiğimde, onu okuduğumda mı düşünmüştüm? 

(Boşanmadan söz eden satırları yüreğimi özgürlük esintisiyle serinletirken, yalnızlık korkusu istemeden ağlatmıştı.)

Oğlumun odasından çıngıraklı kahkahası ve saz sesi duyulmadığını ayrımsadığımda mı ölmek istemiştim?

Ya da?


Güneşin doğuşuna, batışına, dolunaya, yakamozlara, çiçeklere ve ağaçlara...

Ve...

İnsanlara...

Yüreğimde betimsiz kıpırdanışlarla gülerek "merhaba!" diyemediğimde mi?

Bir kent dolusu yabanıl çığlıkla yakılan insanların, insanlığıma yüklediği kaya denli ağır utancın ezikliğinden mi ölmek güzel gelmişti bana?

Savaşlara, işkencelere, tutsaklara ve aç insanlara duyarsızlaşanların suskunluğuna yazıklanmak mı tüketmişti yaşama isteğimi?

İnsanlığını unutma ederine yaşamın varsıllığına tutunmuş, sevgisizliği erdemmişcesine yaşayanların pörsüttüğü yaşama sevincime duyduğum özlem mi ölümle özdeşleşmişti?

Yamaçları kömürleşmiş ağaç gövdelerinin sessiz ağıtlarıyla kararan tepeciklere acımam, çocukken çimdiğim derelerden akan bir avuç kirli suyun karalığındaki ölüm mü gel demişti?

Nedenini bulamıyordum ama ölmek istiyordum...

( Sevgileri o kadar ivedi eskitti ki yaşam, kurulacak yepyeni düşlere yeterli sevinç kalmadı. Zaman asırlardır aynı oyunun perdelerini açıyor, kapatıyor. Sevgililer, ak giysiler, düğün çiçekleri...Bedenlerin aç çığlıklarla birleşmesi...Doğumlar, bebek odaları, uykusuz geceler. Kahvaltılar, kapıda uğurlanış, karşılanış. Akşam yemekleri, konuklar, sinema, tiyatro, geziler. Yaş günleri, evlilik yıl dönümleri. Sınavlar, diploma törenleri. Tekdüzeliğin sessizliğinde esrik sevişmeler. Kopmaz bağlarda sanılan birlikteliğin yalnızlığı. İki yalnızın birleşimi ya da ayrışımı olduğu bilinemeyen, duyumsanmayan yaşamlar. İki atlı arabayı umarsızca çeken, bırakıp gitmeye özenli atlar gibi yenilenecek düşlere koşmak. Ölesiye dayanmak, katlanmak. Ya da? Ölmek. Boğulmak, gömülmek...)

Günlerce bir uç aradım kördüğümümde. Yaşamın rengarenk anılarının, her rengini tırnaklarımla kazımak istedim. Deniz kıyısındaki tepeciğe gelene dek direndim ölmemek için.

Gün bitiyordu. Güneş, ince bir gül dikeninin batarak kanattığı beyaz parmağa dağılan kırmızılıklarla yayılmıştı denizin üzerine. Karşı dağların ardında yitene dek izledim batışını. Sonlanan günün yerine siyahın silik tonlarıyla gelen ilk karanlıklar koyulaşırken parlamaya uğraşan yıldızları izledim. Ölüm, dalgaların kıyıyı döven sesinde ilkel mırıltılarla yineliyordu çağrısını. Yarım ay geceye çengellenmiş bulut kümeciğinden sıyrıldı. Işıklandı yeniden. Doğanın tüm canlıları giz dolu seslerini kattılar esen yele. Sekizinci gülün sap kısmındaki kağıda yazılı tümceyi fısıldıyorlardı. "Her yaprağında bir tutam sevgim olduğunu duyumsa, milyon kez çoğalt ve sakla." Sonra oğlumun gözlerindeki yeşil burgacın dibinden gelen bakışlarında ürettiği sevgiyi üfürdüler olanca sesleriyle. "Bana duyduğun sevginin sonsuz kez karesini alırsan, sana olan sevgimi bulursun."

Gece yeli soğumaya başlamıştı. Söylenenleri yineliyordu durmadan. Denizin üzerinde ölüm çağrısıyla titreşen sevgiler köpük köpük boğuşuyordu. Kıyıda bu döğüşe alkış tutan, ölümün bozgununa kahkahalarıyla alay eden yaşama sevinci yayılmıştı yöreme. Yaşam gülüyordu. Kollarımı açtım. Bedenime sarıldım, sımsıkı.

Eve döndüğümde gece yarılanmıştı. Sazın oynak tınıları duyuluyordu oğlumun odasından. İyice kalınlaşan sesinin eşliğinde tellere semah döndürüyordu tezenesiyle. 

"Kuru kütük yanmayınca tüter mi? Vakti gelmeyince bülbül öter mi?"

Duştan dökülen su damlacıkları, tenimin katmanları arasında yol yol birikirken tüm sevgileri çoğaltmaya söz verdim kendime. Yatağa uzandığımda semah daha ivedi dönmekteydi tellerde. Sesi izleyerek oynaşan parmaklarımdan biriyle soru imi çizdim odanın karanlığına. Yaşamak da, ölümün inadına, mutluluğun dolayında semaha durmak değil miydi?

Servet YILMAZ
Beşparmak Dergisi 1994/63

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder